
YAZIKLAR OLSUN!
Büşra Bütün: “YAŞAMAK BİR AĞAÇ GİBİ TEK VE HÜR VE BİR ORMAN GİBİ KARDEŞÇESİNE...”
Bana çaresizliğin resmini çizebilir misiniz?
Bir
insan çok şey söylemek isterken hiçbir şey konuşamaz mı?
Çok
şey yapması gerekirken eli kolu bağlanır mı?
Oluyor
işte…
Yaptığımız
yardımlar da eksik kalıyor, ettiğimiz dualar da! Dahası ne biliyor musunuz? Göz
göre göre gelen ölüme karşı hiçbir şey yapamamak…
Nasıl
hissediyorsun sorusuna verilecek en güzel yanıt şüphesiz ki; “çaresiz, bitap ve
öfkeli…” oluyor.
Öfkeliyim
evet, gencecik insanların ölümünü çaresizce izledikçe.
Öfkeliyim
evet, anasız babasız kalan bebekleri gördükçe.
Öfkeliyim
evet, yeni binaların tuzla buz olduğuna şahit oldukça.
Öfkeliyim
evet, can pazarına dönen onca ildeki binaları yapan müteahhitlere, mühendislere,
onay verenlere, imar affına, kaçak katlara ve verilmemesi gereken izinlere…
Öyle
öfkeliyim ki; bir yandan yaşanan bu felaketten etkilenen milyonlarca insana
üzülürken bir yandan da olası Marmara depremi korkusuyla aynı şeyi yaşayacak
olma ihtimalimize…
Ne
yazık ki korkuyoruz. İnşaat bilgisi sıfır olan “ben” bile bugün otoparkıma inip
oturduğum binanın kolonlarını kontrol etme ihtiyacı hissediyorsam yazıklar
olsun bu güvensizliğe, yazıklar olsun bu doyumsuzluğa!
Gerçek
şu ki; deprem değil, bina öldürür. O binayı yapan insanlar öldürür, ihmal
öldürür, sorumsuzluk öldürür, açgözlülük öldürür.
Yıkılmayan
bina aynı şiddetle sallansa da yıkılmıyor işte, bizzat görmedik mi?
Günlerdir
yemek yiyemiyoruz, uyuyamıyoruz hatta ailemizle sohbet ederken bile utanıyoruz.
Ailesini kaybedenlerden ve onca yaşanan felaketten…
Yitip
giden her can için yüreğimiz paramparça olurken bir yandan da ülkemizdeki
deprem gerçeğiyle yeniden ve yeniden yüz yüze geliyoruz. Haberleri izlerken
gözyaşlarımıza hakim olamıyoruz, enkaz altından bir can kurtulunca seviniyoruz
ama “ya benim de başıma gelirse?” korkusuyla hop oturup hop kalkıyoruz.
“Önleminizi
alın, Marmara depremi yaklaşıyor.” diye naralar atan insanlar ise korkuyla
yaşamaya çalışan bunca insanı nasıl da kör kuyulara sürüklüyor, farkında
mısınız?
İki
büyük depremin vurduğu hatta tabir-i caizse ezip geçtiği 10 ildeki felakete
şahit oldukça nasıl kahroluyorsak, işte gelecek olası depremleri bağıra bağıra
dile getiren çığırtkanların söylediklerine de kulaklarımızı kapatamıyoruz. Peki
sorarım size; Maraş’ta, Hatay’da, Antep’de ve diğer illerimizde yaşayan onca
insanın deprem çantaları olsaydı sağ kalabilirler miydi? Altında kaldıkları
betondan o çanta sayesinde mi kurtulacaklardı? Ben vereyim cevabını…
Eğer
o çantada vinç veya iş makinesi yoksa tabii ki hayır!
Yapı
denetimi, mühendisler, müteahhitler, sorumlu olan tüm yetkililer işini para
uğruna satıp insan canını hiçe saydığı sürece maalesef ki memleketim bu tarz
sahnelere daha çok şahit olacaktır.
1999
depreminin korkusunu hala üzerinden atamamış milletime daha da büyük bir darbe
vuran Maraş depremi bize gösteriyor ki; yıllar hiçbir şeyi değiştirememiş! Rant
uğruna, para uğruna canlar hiçe sayılmış.
Şimdi
sanıyor musunuz ki, aradan birkaç ay geçince tüm bu yaşananlar hatırlanacak
veya sıcaklığını korumaya devam edecek? Açgözlüler o binaları yeniden yapacak,
hem de aynı şekilde! Ateş her zaman düştüğü yeri yakıyor maalesef. Biz tek
yürek, tek millet olsak bile evladını kaybeden bir annenin yerine kendimizi her
zaman koyamıyoruz. O annenin feryatları kaç gün daha duyulmaya devam edecek
dersiniz? Kaç gün teselli edip yanlarında olabileceksiniz? Ne zaman empati
yeteneğiyle onların acısını hissedebileceksiniz?
Çok
net; aynı acıyı yaşayana dek olayların ciddiyeti ve vehameti hep içimizde
kalacak.
Umutlu
davranıp “bugünler tekrar yaşanmasın, hiçbir aile yok olmasın, anneler
evlatlarını hep sarabilsin, çocuklar anne ve babasını yitirmesin, zorla sahip
olduğumuz üç kuruş malımız heba olmasın ve en önemlisi o korku bir daha
yaşanmasın” diye dualar ediyoruz ama korkarım ki; insanların gözleri doymadıkça
rant uğruna feda olan hep bizler olacağız.
Sen,
ben, hepimiz…
Allah
bizleri depremden değil de çürük bina yapan şerefsizlerden korusun.
Ülkemin başı sağolsun.